DOLAR 32,3200 0.2%
EURO 35,1243 -0.03%
ALTIN 2.294,600,77
BITCOIN 2295477-0,43%
Ankara
20°

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

121 okunma

Yazarın eşyası da esere dahil: Benden sonra sevenlerime emanet

ABONE OL
15 Kasım 2022 09:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kuşkusuz her yazarın/şairin yazma rutinine eşlik eden kendine has eşyaları vardır. Bazen bir bilgisayar bazen de sadece bir vazo çiçek. Bu nesne her neyse, o rutin içinde bir yer kaplar. Öyle ki kimi yazarlar için bu nesneler yazının kendisinden ayrılamaz. Belki de yazma eyleminin bir parçası haline gelir.

Peki ya nedir bu eşyalar? Gerçekten eser içinde bir yer kaplar mı? Arif Ay, Cihan Aktaş, İhsan Deniz, Mario Levi, Nazlı Eray ve Adnan Özer’in kapısını çalarak şu iki soruyu yönelttik:

1- Bir yazarın çalışma masası, daktilosu/bilgisayarı, not defteri, kalemi, tamamlanmamış çalışmaları da sizce o yazarın eserlerinin bir parçası mı sayılmalıdır?

2- Eserinizi ortaya koyarken size yoldaşlık eden eşyalarınızın anlamı nedir? Bu eşyalarınız sizden sonra kime emanet?

Yazarlardan bazıları için bu nesneler doğal parçalardan oluşuyor. Bazılar içinse bilgisayarın bizzat kendisi… Kimisi kendisinden sonra bu nesneleri emanet edecek isimleri düşünmüş kimisi içinse bu konu şimdilik cevapsız bir soru. Şimdi gelin, bu değerli isimlerin yazma ritüellerine eşlik eden, bazen eserlerinin bir parçası olan o nesnelerin neler olduğunu öğrenelim:

Adnan ÖzernFotoğraf: Sezgin Çevik

Adnan Özer

Bazen yazıdan bile kıymetliler

lBence şehir için bambaşka ortamlar gerekiyor. Çünkü düz yazı zorlu bir ameliye. Araçsal şeylerden ziyade, mesela şu an karşımda duran iki ayvanın beni motive etmesini bekliyorum. Kırklareli’nden, çiftlikten, Trakya’nın ortasından gelen iki dev ayva… Bu bazen bir limon olabiliyor bazen de bir çiçek ama hemen soluyorlar… Benim ilgilendiğim bir biberim de var. Haftada bir tane biber veriyor. Meşe palamutlarım var. Onları da Konya’daki Mevlana Haziresi’nin karşısındaki büyük meşe ağacının altından toplayıp, getirdim. Benim yazma sürecime daha ziyade böyle doğal şeyler eşlik ediyor. Babaannem ve dedemin köyden getirdiğim lastik ayakkabıları da yine karşımda duruyor. Yapabilsem deniz kabukları koleksiyonu yaparım ama hiçbir şeyin koleksiyonunu yapamıyorum. Üç–dört tane toplayıp, bırakıyorum. Ama yine de bazı yerlerden aldığım taşlar duruyor. Tabii su kabaklarım da var. Onların yeşilden sarıya dönmesini izlerim.

Defterlerim çoktur ancak hiçbirine kıyıp yazamam. Okuduğum kitapların da altını çizemem ve kulağını bükemem, kıyamam onlara. Kaldığım yeri hemen bulurum. İyi bir anlatıysa, Yeniçeri yürüyüşüyle, yani bir ileri bir geri şeklinde okurum.

Bu bahsettiğim çiçeklerin, biberin, su kabağının bendeki önemi oldukça büyüktür. Hepsi bir parçamdır. Hatta mistik bir bağ vardır aramızda. Benim mabedimin parçalarıdır, bazen yazıdan bile kıymetlidirler.

Arif Ay

ARİF AY

Eşyanın Ruhu

Bence sayılmalı. İnsan sürekli kullandığı eşya ya da mekân ile bir ünsiyet kurar. Hatta bazı zaman dilimleri de buna dahil edilebilir. Şunu hemen belirteyim: Bu bir eşya fetişimi değildir. Bir yazma iklimi, bir yazma ortamı oluşturmaktır. Yazar, eserini belli bir mekânda, belli zaman dilimlerinde inşa ederken, ona birtakım eşya da eşlik eder. Belirttiğiniz gibi çalışma masası, kalem, defter, kâğıt vs. Bunların da esere bir şeyler kattığını, eserin ruhunda izleri olabileceğini düşünüyorum. Bu malzeme okur için pek önemli olmayabilir; fakat, yazar için yazma anının tanıklardır bunlar. Aynı zamanda yazarın sırdaşı konumundalar. Onun her şeyine tanık olurlar ama kimseye bir şey söylemezler. Ancak, sanatla iç içe olanlar bu malzemenin dilini çözebilir. Yazarlara ait müzelerde, insanların en çok ilgisini çeken de bu malzemelerdir bir bakıma. Sözgelimi, benim defterlerim ve kalemlerim var. Bir şiiri, bir yazıyı önce deftere yazarım. Çok hızlı yazdığım için benden başka kimse okuyamaz yazımı. Deftere yazdıklarımı sonra kağıtlara temize çekerim. Bunu yaparken fazlalıklar atılır, eksikler tamamlanır. Bu kağıtlar birkaç gün bekletildikten sonra tekrar okunur. Yazının, şiirin, öykünün tamamlandığına kanaat getirildikten sonra bilgisayara (eskiden daktiloya) aktarılır ve yayımlanacağı yere gönderilir. Dolayısıyla defterlerimi ve temize çektiğim kağıtları saklarım. Bir şiirin, bir öykünün, bir yazının ilk halini merak edecek olanlar için bir belge arşivi niteliğindedir bu defterler ve kağıtlar.

Ahmet Haşim’in, Goethe’nin müzesini anlatırken Faust’u yazdığı masadaki mürekkep lekelerinden söz etmesi boşuna değildir. “(…) Herkes o mukaddes gölgeleri yakından görmek için, medenî nezaketi unutarak masaya yaklaşmak üzere kendine yol açmağa çalışıyordu. Bu hayran gözlerde lekeler, mürekkep lekeleri değil, fakat bir edebî lâcivert semâda, nâmütenâhî yıldız serpintileri idi” der. (İbrahim Demirci, Ahmet Hâşim’in Nesirleri, Ebabil Yayınları, s.417, 2017)

Yukarıda da belirttiğim gibi yazarken bana yoldaşlık eden eşyalar benim hayal dünyamın birer kapısı, penceresi durumundadır. Masama oturduğumda ilk göz göze geldiğim bu yoldaşlar, bana haydi yazmaya başla, yardımcınız bizleriz diye seslenirler adeta. Çok tecrübe ettim, başka bir ortamda, başka bir mekânda kolay kolay yazmaya başlayamadığımı. Başlasam da yazının tamamlanması yine kendi mekânımda, alışık olduğum ortamda gerçekleşir.

Yazma ediminde düşünsel hazırlıktan ziyade psikolojik hazırlık önemlidir. Düşünsel hazırlık günün her saatinde, her mekânda yapılabilir. Psikolojik hazırlığı hızlandıranlar da kendi odanız ve o odanın eşyalarıdır. Hani her şey tamam da geriye “ilk cümleyi bulma” işi kalır ya… İşte bu ilk cümleyi bulmada ortamın ruhu devreye girer ve sizin yazma korkunuzu, endişelerinizi, gerginliklerinizi yenmenizi sağlar ve kendinize güven duygusu aşılar.

Bu eşyalar benden sonra kime kalır, bilemem. Belki, kitaplarımın gideceği yere onlar da gider. Son cümle insanı hüzünlendiriyor doğrusu.

Nazlı Eray

Nazlı Eray

Çok kalbi dekorlar

lBen 75 kitabımı da defterlere yazdım. Değişik, renkli kalemler kullanırım. Bu nedenle birçok defterim var. Tabii bunları saklıyorum. Bunlar birkaç kere sergilendi de. Bozulmamış el yazıları, bir çırpıda yazılmış… Onlarla gurur duyuyorum ve evet, çok değerliler. Onun için onları çok iyi ellere emanet etmek isterim. Fakat daktilo veya bilgisayar da yazdığın zaman havaya uçar gider. Böyle çalışanlar nasıl yapıyorlar bilmiyorum. Ancak yine de onlar bir yazarın eserlerinin parçaları sayılmaz. Bunlar eserlerin dekoru, eserlerin yastığı, eserlerin kılıfı, eserlerin sedirleridir. Adeta onların oluştuğu yerler, dinlendiği yerler, emek verilen yerler… Ama bunlar eser değildir, sadece çok kalbi bir dekordur.

Altın, gümüş, pembe renkli defterlere yazarım. Bu benim için bir pasta ölçüsü gibidir. Mesela 3 buçuk, 3,75 defter bitince romanım bitmiş olur. Çok kalemler kullanırım. Onlarla oynuyorum sanırlar ancak onlar benim için bir ölçü de sağlarlar. O gün kaç sayfa yeşil yazmışım, kaç sayfa mavi yazmışım, kaç sayfa kırmızı yazmışım benim ölçülerim bunlardır. Zaten çok süratli yazıyorum, üç ayda bir kitabı bitiririm. Eğer çocuk kitabı yazıyorsam daha süslü defterler kullanırım. Yazarın ve yazdıklarının ruhuna uyan eşyalardır bunlar. Ama sanatın parçası değildir. Benden sonra kime emanet olacağını da ara ara düşünüyorum.

Cihan Aktaş

Cihan Aktaş

Zorunluluk, hatıra ve kişisel ilgi

Bana kalırsa eser diye adlandırılamaz, ancak yazarı tanımaya yardımcı nesneler ve araçlar olarak bir anlamları vardır elbette, yazar müzeleri böylece kuruluyor. Sonuçta yazar bir evde yaşıyor, bazen sayısız ev değiştiriyor, bu evler de yazarın eserinin bir parçası sayılamaz ama içlerinden biri müze yapılıyor. Kullanılan araçların yazarın metinlerine bir şekilde sızdıkları muhakkak. Söz gelimi ben İlk ve Son Fotoğrafın başlıklı öykümde Silver Olivetti marka daktilodan Apple Macintosh bilgisayara geçişimi anlatmıştım, bu nispeten doğrudan bir anlatım. Dolaylı olarak araçlarımız bizi yönlendirdikleri gibi ilham da verirler.

Bazı eşyalar zorunlulukla girdi hayatıma, geriye kalanlardan bazıları dostlarımdan hatıra, bazılarını da ben kişisel ilgim nedeniyle etrafımda görmek istedim. Söz gelimi masamın altındaki mavi pilates topunu, yirmi yıl kadar önce egzersiz topu olarak kullanırken, zaman içinde, uzun süren yazı çalışmaları sırasında ayaklarımı dinlendirmek üzere masa altına aldım ve öylece kaldı. Sağ elimde kullandığım parmaksız eldiven var bir de, onu da iki üç yıldır bilgisayarın başına geçince kullanır oldum. Sebebi tabii Carpal Tunnel Sendromu. Bakır işi kalemliğimi de sanırım otuz yıl olmuştur, Erzincan’dan almıştım, evler ve masalar değişse de o masamın bir köşesinde duruyor. Arkamdaki duvarsa asılı Kamerunlu ressam Lan Mess’e ait tabloyu üç yıl önce Douala’dan getirdim. Torunlarını başka alemlere taşıyan ilginçlikte bir şeyler anlatan büyükanneye özenmiş olmalıyım, çalıştığım masanın arkasındaki duvara astım, gelip geçerken hep yeni bir şeyler arıyor gözlerim resmin ayrıntılarında. Bu tablo da herhalde üzerine çalıştığım Kamerun romanına sızacak.

Masamın solunda, duvardaki oyukta Mustafa Kutlu’nun torunum Kaan’ım doğumunu tebrik için yaptığı manzara resmi var, onu Kaan için saklıyorum, benim için çok kıymetli. Onun hemen yanında yer alan Filistin bayrağının renkleriyle bezeli tavus kuşlarının resmedildiği küçük tabloyu, Filistinli genç arkadaşım İkram Khaled, Assalam Kafe’deki söyleşim sırasında hediye etmişti. Kendi elleriyle yaptığı için de ayrı bir yeri var.

Sayıları yıldan yıla artan ajandalardan söz etmek gereksiz sanırım, çekmecelerden taşıyorlar. İçlerinde yazılı olanların mantığını sadece kendim kavrayabilirmişim gibi geliyor, bu yüzden ölümümden sonra ortadan kaldırmalarını vasiyet ettim kızlarıma.

İhsan Deniz

İhsan Deniz

Evrak-ı metrukem eşime ve kızlarıma emanet

Sayılmamalıdır. Zira anılan şeyler ve o şeylerin işlevi, görevi, varoluş amacı ile eserin ortaya çıkması bambaşka bağlamları içerir. Hakiki eser biriciktir. Kendi başına vardır, kendi olmak için vardır. Tümdür, bütündür, yekparedir. Oysa meselâ bilgisayar öyle mi?

Kütüphanedeki odam ve çalışma masam hayli dağınıktır. Lâf aramızda, bir kütüphane yöneticisine yakışmayacak denli hem de… Doğrusu, ‘eser’ dışında, kullandığım eşyaya çok fazla anlam yükleyen biri değilim. Artık daktilo kullanılmıyor, bırakalı çok oldu, benim işim bilgisayarla. Bilgisayar mekanik bir alet. Hiçbir sevimli tarafı yok bana sorarsanız. Çok nadiren not alırım, dolayısıyla defterle pek işim olmaz. Zamanı geldiğinde bilgisayarın karşısına geçer, yazarım. Anlaşılacağı gibi eşyaya çok sıcak değilim. Eskiden, gençliğimde böyle değildi, sonradan mesafeli oldum/kaldım.

Üç-beş yıl önce, Bursa’daki bir müzeden talep gelince yazı dünyamla ilişkili birkaç parça eşyayı oraya verdim. Bana ait her türlü obje, kitaplarım ve evrak-ı metrukem eşime ve kızlarıma emanettir.

Mario Levi

Mario Levi

Eşyalarla beraber yaşıyorum

Ben hatırası olan eşyalara çok düşkünümdür. Dolayısıyla benim çalışma odam kimilerine göre tabiri caizse eskici dükkânı gibidir. Birçok eşya ile doludur. Eski bir gaz lambasından tutun bir gramofona, eski bir hamam tasına birçok farklı nesne bulunur. Masamın üzerinde ise çok uzun yıllar öncesinden kalma biblolar, bir gülabdan ve en önemlisi, çok sevdiğim kalemlerim. Yani kurşun, kalemlerim ve dolma kalemlerim ve ona bağlı olarak da mürekkeplerin, bunların hepsi benim için bir bütündür. Tabii ki isterseniz defterlerimi de ekleyebilirsiniz. Çünkü ben bütün kitaplarımı önce elle yazıyorum ve ancak öyle yazabildiğimde hissedebiliyorum. En son aşamada bilgisayara geçiyorum. Dolayısıyla bunların hepsi benim için bir bütündür. Her bir nesnenin de anısı vardır. Anısı olmayan hiçbir şeyi saklamıyorum.

Aslında hepsini bir araya getirebileceğimiz bir mekân düşünmüyor değilim. Ancak bunun için bir kurumun desteğine ihtiyacım var. En azından bir yer, mekân olması lazım. Bunları açıkçası sadece kendi özel eşyalarım olarak değil, herkes paylaşabileceğim nesneler haline dönüştürmek hayallerimden biridir. Bunu bir gün gerçekleştirebilirim ama olmasa da bu mirası taşıyabileceğine inandığım çocuklarım var.

Bu eşyaları ben yaşadığımız coğrafyanın bir hafıza olarak da görüyorum. Çünkü artık kullanımda olmayan çini soba gibi eşyalar da söz konusu. Tütünle bağımı kesmiş olsam da bir zamanlar pipo içerdim, bunları da hâlâ saklıyorum.

Bu eşyaların eserlerimin üzerinde bir etkisi de var. Zaten bazılarını eserlerimde yerleri olduğu için edindim. Bundan yaklaşık 5 – 6 yıl kadar önce bir köstekli saat aldım. 1800’lü yıllardan kalmaydı, çok severek de aldım. Bu saati almamın nedeni, İstanbul Bir Masaldı romanımdaki kahramanlardan biri böyle bir köstekli saat kullanıyordu. Yani biraz da onlarla beraber yaşıyorum. uyan eşyalardır bunlar. Ama sanatın parçası değildir. Benden sonra kime emanet olacağını da ara ara düşünüyorum.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

deneme
dedektif | özel dedektif | fixbet giriş